Köyümüzün tarihini incelemek için önce Trabzon ve Gümüşhane tarihine göz atmak gerekmektedir. Öncelikle Gümüşhane’yi tarihi açıdan tanıtmak isterim. Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda MÖ 3500 tarihlerinde bölgede insan yerleşimlerine ait, MÖ 3000 tarihlerinde ise tarım yapıldığına dair izler bulunmuştur.
Bölgede sırasıyla Asurlar, Kimmerler, İskitler/Sakalar, Medler ve Persler hâkimiyet sürmüştür. Daha sonra ise kent, Pontus, Roma, Bizans ve Trabzon İmparatorlukları tarafından yönetilmiştir.
Trabzon (Eski adı: Trapezeus) ve çevresinin kuruluş tarihi incelendiğinde MÖ 2200 yıllarından itibaren Medler (MÖ 2200-MÖ 900) ve sonrasında Urartular-Kimmerlerin (MÖ 900-MÖ 700) hâkimiyet alanı içerisinde olduğu görülmüştür. Pontus açısından incelendiğinde Pontus’un (Pontus: Deniz) MÖ 600 yıllarında Milet’ten (Menderes Nehri etrafındaki İyonya şehri) gelen koloniler (Antik Yunan) tarafından kullanıldığı söylense de daha önceden yöreye gelen Perslerin hâkimiyetinde olan bir bölge olduğu tespiti yapılmıştır. Bölgeye gelen Yunanlılar, devlet kurmak yerine ticaret yapmayı tercih etmişler. Yunan komutan ve yazar Ksenofon MÖ 400’lü yıllarda yazmış olduğu Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) isimli eserinin bir bölümünde Trabzon’a geldiğinde kale içerisinde sömürgeci Yunanlılarla karşılaştığını yazar. Bu sömürgeci Yunanlılar soydaşları olan on binleri Ksenofon karşıladılar, kale içine aldılar. Sığır, un ve şarap verdiler. Ama Trabzon’un yerli halklarının Kolhlar olduğunu ve onlarla bir dostluk anlaşması yapmalarını öğütlediler. (Mahmut Goloğlu, Anadolu’nun Millî Devleti Pontus, Ankara 1973) Trabzon’da yaşam daha sonra Pers kolonilerinin (MÖ 559-MÖ 330) hâkimiyeti altında devam etmiştir. MÖ 330 yıllarından itibaren Roma İmparatorluğu (MÖ 330-MS 324) dönemi başlamıştır. MS 324 yıllarında Roma İmparatorluğu’nun dağılması sonrasında sırasıyla Doğu Roma İmparatorluğu (MS 324-MS 400) ve Bizans İmparatorluğu’nun (MS 400-MS 1204) hâkimiyet dönemleri başlamıştır. Bizans İmparatorluğu’nun zayıflama döneminde, 1204 yılında Trabzon İmparatorluğu kurulmuştur. 1453 yılında İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesiyle Bizans İmparatorluğu’na son verilmiştir. 6 yıl sonra 1461 yılında Trabzon İmparatorluğu da Osmanlı hâkimiyetine geçerek son bulmuştur.
Türklerin Gümüşhane ve çevresine gelişleri Rumlar dönemine, hatta daha da eskiye dayanmaktadır. Ön Türk tarihinin birer üyesi olan Kimmerler (MÖ 3000-1000), Kolhisler (MÖ 1350-164), İskitler (Sakalar)(MÖ 1000-300) ve Oğuzların bölgeye gelişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu tarihlerde Gümüşhane ve Doğu Karadeniz bölgesine önceleri Halitu, sonraları Khaldia denmekteydi. Ayrıca bölgeye Gümüş Ülkesi de denirdi. Bu bölgede yaşayan halklara da önceleri Khaylb (ler), sonraları ise Khaldian veya Halt (lar) denirdi. Kolhisler, İskitler ve Khalybler akrabadırlar. Ataları da Kimmerlerdir. MÖ 3000-1000 arasında var olan ve hüküm sürdükleri coğrafyanın Karadeniz Bölgesi’ni de kapsaması bakımından Kimmerlerin hem bizim için hem de ön Türk tarihi için önemi büyüktür. Tarihçi, yazar Bahtiyar Aydın, Sakalar/İskitler Gizlenen Kök Atalarımız adlı kitabında bu konuları derinlemesine incelemiştir. Aynı konularda daha cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk de araştırmalar yaptırmıştı. Kimmerlerde görülen Kurgan kültürü, yalnızca Türk toplumlarına özgü bir dinsel (spiritual) öğedir. Kurgan, Türkçe "korugan" sözcüğünden türetilmiş höyük mezar anlamına gelen bir terimdir. Karadeniz-Hazar steplerinde yapılan arkeolojik kazılarda bu kültüre ait kalıntılar bulunmuştur. Bölgemizde özellikle höyük ve kurgan (Orta Asya'da) da denilen tümülüsleri yapma geleneğine sahip ulusların sayısı fazla değildir. Bunlara en çok Anadolu'da, Trakya'da, Orta Asya'da, Mısır’da, Rusya'da ve Meksika'da rastlanır. Bu kültüre ait bazı mezar kalıntılarının bölgemizde olduğu bilinmektedir. Özellikle Şiran’da bulunan Könger ve Telme höyükleri ile Kelkit’te bulunan Kaletepe Höyüğü bunlara örnektir. Bu sebepledir ki milattan önceki tarihlerde buralarda var olabileceğimizi iddia ediyoruz. Bölgemizde bulunan ve tümülüs olarak anılan yapılar ise daha sonraki dönemlerde buralarda yaşayan milletler tarafından yapılmıştır.
Oğuzların Kınık Boyu’ndan Çağrı Bey'in 1016 yılında Anadolu'ya yaptığı ilk akın sırasında Gümüşhane'ye kadar geldiği bilinmektedir. 1058'de Tuğrul Bey'in ordusu İbrahim Yınal komutasında Trabzon'a kadar akın yaparken, Gümüşhane'yi de ekonomik yönden önem arz ettiği için fethetmiştir. Bir Oğuz boyu olan Uzlar da (11. yüzyıl) burada yaşamış olmalılar. Çünkü köyümüzde bulunan bir yayla (Uzlu’nun Yaylası) hâlâ onların adıyla anılmaktadır. Bu da bize Türklerin daha 1000’li yıllarda köyümüzde yaşadığını göstermektedir. Böylece Uzların köyümüzde yaşayan ilk yerleşimci Türkler olduğunu söyleyebiliriz. Uzlar bir Türk boyu olsalar da din olarak Hristiyanlığı seçmişlerdir. Uzlar etnik olarak bizlerin kardeşi olmakla beraber, din olarak Rumlarla kardeştir. Uzlar günümüzde Moldova’da yaşayan Hristiyan dinine mensup, yine bir Türk boyu olan Gagauzların atasıdır. 2014 yılında Gagauzya’ya yaptığım bir ziyaret sırasında başkan Michail Formusal tarafından kuruluşlarının 20. yılı anısına Gagauz Yeri Madalyası ile ödüllendirildim. (Ek-33)
Köyümüzde kullanılan alkış (dua-övgü) ve kargışların (beddua) Türklerde önemli bir yeri vardır. Aynı dili konuşan insanlar, sosyal yaşamları içinde bunları her an kullanabilirler. Kullanılan bu kalıp sözler toplumun gelenek ve göreneklerini ortaya koyan sözlü kültür ürünleridir. Orhan Karakullukçu’nun anlatılarından babaannesi Gülsüm Hanım’ın iyi bir iş yaptıklarında kendilerine “alkışım başına” dediğini biliyoruz. Bu ve benzeri özellikle alkış sözleri bizlerin Türklüğünü ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir. İyiye örnek olması bakımından bir alkış vermek isterim: Kılıcımı vurdum taşa, Taş yarıldı baştanbaşa, Şanı büyük Osman Paşa, Askerinle binler yaşa. (Plevne Marşı’nın son dörtlüğüdür). Maniler bölümü.
Uğurtaşı köyünün kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte MS 1204 yılında ku ulan Trabzon İmparatorluğu’nun Krom'u da içerisine alan yerleşim alanlarının oluşturulması sürecinde bölgenin Rumlar tarafından kullanıldığına inanılmaktadır. Rumların buraya geldiğinde yukarıda bahsedilen ilk yerleşimci Türklerin burada olup olmadığı konusunda bir bilgimiz yoktur. Bir başka ifade ile ilk yerleşimci Türkler buradayken Rumların burada olduğuna dair kesin bilgi sahibi değiliz. Trabzon Devleti’nin Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesiyle (Osmanlı İmparatorluğu’nda din serbestliği olsa da) bazı Rum kökenli vatandaşlarımız ibadetlerini daha serbest bir şekilde yapabilmek için sahil kesimlerinden ayrılarak, dağlara doğru çıkmış ve yerleşmişlerdir. Bu süreçte Osmanlı İmparatorluğu tarafından bölgeye Türk vatandaşlar da yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu kapsamda Uğurtaşı köyüne de Türk vatandaşlar gelmiş veya gönderilmiştir (1500’lü yıllar). Ağırlığı Krom Vadisi’nde olan Rum yaşamı, bölgede yüz yıllarca varlığını sürdürmüştür. Emir (Uğurtaşı) bölgesinde bulunan Aziz Theodoros Kilisesi’nin inşa tarihinin 1000 yıl öncesine ait olduğu söylemleri de bunu teyit etmektedir. Kilisenin varlığı 1000 yıla dayansa da bugünkü hali ile yapılışı 1800’lerin ortasına tarihlenmektedir.
İstavri, 1500’lü yıllarda ekonomik açıdan yoksul durumdaydı. 1600’lerde Gümüşhane ve çevresinde gümüş madenlerinin bulunması ile ekonomik açıdan rahatlamış ve büyümeye başlamıştır. Bölgedeki bu büyüme hareketi 1800’lü yılların başına kadar devam etmiştir.
Gümüşhane’deki madenler antik çağlardan beri bölgede yaşamış olan milletler tarafından işletilmiştir. Dönem dönem bölgenin terk edilmesi veya çıkarma teknolojilerin eskimesi ile maden faaliyetleri durmuştur. Ksenephon, Anabasis kitabında (MÖ 402) bölgede demir, bakır, kurşun ve gümüş madenlerinin olduğundan bahsetmektedir. Benzer gerekçelerle (verimsizlik veya çıkarma teknolojilerinin eskimesi) Osmanlı döneminde 1850’lerden sonra terk edilen madenler, yaklaşık 100-150 yıl sonra cumhuriyetle tekrar işletilmeye başlanmıştır. Bugün Gümüşhane’de diğer madenlere ilaveten iki adet altın madeni çalışmalarına devam etmektedir.
1647'de Gümüşhane'yi ziyaret eden Evliya Çelebi (1611-1682) buralarda gümüş madeninin çok olduğunu, çalışır ve boşaltılmış durumda 70 kadar ocak bulunduğunu bildirir. Yine bu ocaklardan, 7 koldan kurşunsuz gümüş cevheri çıkarıldığını ve bu şehirde Emin Mahallesi’nde darphane olduğunu yazarak üzerinde "Azze nasrahu daraba fi catha" (Canca'da basılmıştır.) yazılı birkaç akçenin kendisinde olduğunu bildirir. Bu darphanede 1460’tan itibaren önce Fatih Sultan Mehmed sonra II. Bayezid daha sonra da Kanunî Sultan Süleyman adına sikkeler basılmıştı. Osmanlı kayıtlarında 1572’lerde özellikle gümüş madenlerinden İstanbul’a gönderilen para miktarının 1 milyon 2 yüz bin akçe olduğu yazmaktadır. Canca madeninde elde edilen altın, gümüş ve bakır madenlerinin büyük bir kısmı merkeze gönderilirken, kalan kısmı da Trabzon şehri ve Gümüşhane darphanelerinde sikke olarak basılıyor ve Trabzon ile Gümüşhane’nin imarında kullanılıyordu.
Kâtip Çelebi (1609-1657) Cihannümâ adlı eserinde "Kaza-i Urla" diye adlandırdığı Gümüşhane için "Urla bir güzel kazadır. Yakınında gümüş olmakla Gümüşhane dahi derler." demektedir. Zaman içerisinde yörenin dört bir tarafından madenciler Gümüşhane’ye geldiler. 1600’lü yıllarda, IV. Murad döneminde de Gümüşhane’de darphane kurulmuştur. Bu tarihten sonra Gümüşhane devlet adına para basılan bir merkez haline gelir.
Zenginliğin tavan yaptığı 1750’li yılların ortasında, çevre illerden madenlerde çalışmak üzere gelenler sebebiyle İstavri nüfusu 2 bine, Kurum Vadisi 5 bine ulaşmıştır. Aynı dönemde Torul nüfusu 28 bin, Gümüşhane nüfusu ise 40 bindir. Bu dönemde İstavri’de yaşayanlara vergi ve askerlikten muafiyet verilmiştir. (1805 tarihli ferman Ek-5) Bunun yanında orman bakımından oldukça zengin olan bölgemizde madenlerde tomruk olarak kullanılmak üzere çok sayıda ağaç kesilmiştir ve bu durum 150-200 yıl madenlerdeki çalışmalar durana kadar sürmüştür. Köyümüzde orman varlığında gerçek geri dönüş ancak cumhuriyet döneminde başlayacaktır. Bu geri dönüşte madenler için ağaç kesilmesinin durması yanında keçi gibi küçükbaş hayvanların üretilmesinin durması da etkili olmuştur. Bu gün geçmişte olduğu gibi çam ağaçları 2 binli seviyelerin üzerinde kendiliğinden varlık göstermektedir. Yakın gelecekte köyümüz bir orman köyü ekosistemine sahip olacaktır. 1800’lü yılların başlarında hem maden rezervlerinin azalması hem de Amerika’da zengin ve ucuza çıkartılabilen gümüş yataklarının bulunması ile İstavri ve çevresinde ekonomik çöküntü başlar. Bu dönemde özel imtiyazlar iptal edilir, vergilendirme ve askere gitme tekrar işleme konur. Böylece köyümüzde fakirlik ve zorluk tekrar baş gösterir. İleride tekrar anlatılacağı üzere 1830’lu yıllarda Akdağmadeni/Yozgat’ta açılan yeni madenlerde çalışmak üzere yüzün üzerinde aile Akdağmadeni’ne göçer. Yine aynı sebeple Rusya ve Kafkaslara da çalışmak için gidişler başlar.
Bütün bu süreçte, bölgede yaşamış bulunan insanlarda (Türkler, Rumlar, Lazlar, Ermeniler, Gürcüler, Kürtler ve diğerleri) benzer giyim, gelenek ve müzik biçimleri gelişmiştir. Bunun yanında tüm etnik gruplar kendi örf ve adetlerini yaşadıkları dönemler itibarıyla serbestçe yapabilmişlerdir. Müslümanlığı seçen Rum kökenli vatandaşlarımız hem Osmanlı hem de cumhuriyet döneminde kendi örf ve adetlerini uygulamayı sürdürmüşlerdir. İlginç olması bakımından Türkler, Rumlar ve Ermeniler tarafından uygulanan ortak bir adetten söz etmek isterim. Âdetin ismi Gelinlik (Mas)’tır. Gelinlik, gelin açısından bir görevdi. Bunu bir ya da iki yıl, hatta bazen ömür boyu yerine getirmek zorundaydı. Gelinlik, gelinin kaynanası ve kaynatasının önünde konuşmasına izin verilmemesi demektir. Bir şey sorduklarında başını sallayarak ve işaretle cevap verirdi. Bu gelenek çok sıkıydı ve günümüzde ilkelce görülebilir. Fakat çok sayıda insanın aynı kökü paylaştığı bir toplumda, yeni gelinin neden olabileceği dalaşmaları ve zorlukları göz önüne getirebilirsiniz. Bu yolla, Mas geleneği gelinin kaynana ve kayınbabasına saygısını arttırırdı. Gelinlik, ancak geline önlerinde konuşma izni verdiklerinde sona ererdi.
Ordinaryüs Prof. Dr. Şemsettin Günaltay (Türkiye Cumhuriyeti 8. Başbakanı) Anadolu’da bir bölgeye ve insanlarına 2500 yıldır değişmeden verilen tek ismin Haldiya (Chaldia) ve insanlarına da Haldlar denildiğini Gümüşhane yazıları ile tespit etmiştir. Haldlık antik çağlardan kalmış mutlaka korunması gereken ve 2500 yılı aşkın bir köke sahip, onur duyulacak tarihsel bir gerçek ve adlandırmadır. Hatırlatmak isterim ki Haldların varlığı Rumların buraya gelişinden önceye veya aynı zamana tarihlenebilir. Antik Yunanlıların Trabzon’a geldikleri yıllarda (500BC) Haldlar Gümüşhane, Erzincan ve çevre illerde varlıklarını devam ettiriyorlardı. Gümüşhane için Bizans ve Osmanlı döneminde kısa süreliğine Argyropolis ismi kullanılmıştır. Argyropolis, Yunanca argyros: “gümüş” ve polis: "kent" demektir.
19. yüzyıla kadar rahat bir hayat sürdüren Gümüşhane yöresi, savaşlar nedeniyle tedirginlik içine düşmüş, madenlerin yeterince işletilmemesi sebebiyle de göç başlamıştır. Böylece şehir harap olmaya ve nüfus azalmaya başlamıştır. 1829 ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile 7 Temmuz 1916 tarihlerinde Rusların Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz'de yaptıkları işgaller ve bunun sonucundaki göçler Gümüşhane’de hayat bırakmamıştır.
Ruslar, 16 Temmuz 1916'da Bayburt'u aldıktan sonra yollarına devam ederek 19 Temmuz 1916 günü Gümüşhane’ye girmişlerdir. Türk birlikleri fazla karşı koyamayınca Ruslar aynı gün Torul'a girmişlerdir. Böylece Trabzon yolu Ruslara açılmıştır. 22 Temmuz 1916 günü Kelkit üzerine yürüyen Rus ordusu, akşama doğru burayı da ele geçirmiştir.
Ruslar Kolat Boğazı üzerinden Uğurtaşı köyüne gelmişlerse de bir eylemde bulunmadan geri gitmişlerdir. Bunda hem onların hem de köyde yaşayan Rumların Hristiyan Ortodoks olmaları etkili olmuştur.
Gümüşhane ve çevresi bu işgaller karşısında ve özellikle Ermeni zulmü altında ezilirken, Rusya'da Bolşevik İhtilali'nin çıkması ve iç çalkantılar sebebiyle Ruslar 18 Aralık 1917'de Erzincan Mütarekesi'ni imzalayarak ordularını geri çekmeyi kabul etmiştir. Ancak Ermeniler katliamlarına devam ettiler. Bunun üzerine mütareke geçersiz sayılarak yeniden savaş başlatılmış ve bu suretle Torul 14 Şubat, Gümüşhane 15 Şubat ve Kelkit 17 Şubat 1918'de Rus/Ermeni işgalinden kurtarılmıştır.
Gümüşhane vilayeti Osmanlı hâkimiyetinin ilk zamanlarında Erzurum Eyaletine bağlı iken, sonraları Trabzon'a bağlanan Gümüşhane Sancağı 20 Nisan 1924 ve 491 sayılı kanunun 89. maddesinde "Vilayet" başlığı altındaki kanunla 1925 yılında il olmuştur.